27 Aralık 2009 Pazar

Eylül Akşamı

Bu şarkı benim hayatımda çok önemli bir yere sahip değildi belki ama çok sevdiğim bir insanın şu ana kadar verdiği en mantıklı (ay pardon en duygusal!) kararlardan birisi için onu teşvik etti...
Cesaretinize hayranım efendim. Keşke herkes sizin kadar cesur olabilseydi aklındakileri açık açık söyleyebilmek için. Telepati yapmak zorunda kalmazdık o zaman. Özendim doğrusu.
Telif haklarını gönderiyorum birilerine:)

Hiçbir Neden Yokken ya da Biz Bilemezken Tepemiz
Atmış ve Konuşmuşuzdur. Onca Neden Varken ve
Tam Sırası Gelmişken Hiçbir şey Yapmamış ve
Susmuşuzdur. Aynı Anda Aynı Sessiz Geceye Doğru
İçim Sıkılıyor Demişizdir. Aynı Sabaha Uyanırken
Kimbilir Aynı Düşü Görmüşüzdür. Olamaz mı?
Olabilir.

Onca Yıl Sen Burada
Onca Yıl Ben Burada
Yollarımız Hiç Kesişmemiş
Şu Eylül Akşamı Dışında.

Belki Benim Kağıt Param Bir Şekilde Döne Dolaşa
Senin Cebine Girmiştir. Belki Aynı Posta Kutusuna
Değişik Zamanlarda da Olsa Birkaç Mektup
Atmışızdır. Ayın Karpuz Dilimi Gibi Batışını
İzlemişizdir Deniz Kıyısında. Aynı Köşeye
Oturmuşuzdur Köhnede Belki de Birkaç Gün Arayla
Olamaz mı? Olabilir.

Onca Yıl Sen Burada
Onca Yıl Ben Burada
Yollarımız Hiç Kesişmemiş
Şu Eylül Akşamı Dışında.

Bostancı Dolmuş Kuyruğunda Sen Başta Ben En
Sonda Öylece Beklemişizdir. Sabah 7:30 Vapuruna
Sen Koşa Koşa Yetişirken Ben Yürüdüğümden
Kaçırmışımdır. Aynı Anda Başka İnsanlara Seni
Seviyorum Demişizdir. Mutlak Güven Duygusuyla
Başımızı Başka Omuzlara Dayamışızdırç Olamaz mı?
Olabilir.

Onca Yıl Sen Burada
Onca Yıl Ben Burada
Yollarımız Hiç Kesişmemiş
Şu Eylül Akşamı Dışında.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Tebdil-i Mekanda Ferahlık Vardır


Saat sabaha karşı 6 suları...Gözümü açtım, İstanbul'dayım. Bir süre boş boş bakındım pencereden. Havanın da etkisiyle her şey grimsi geldi gözüme ilk önce. Eskimiş hayallerimi hatırladım.Keşke demedim ama merak ettim. Olmamış olasılıklar birden çok şey kaybetmişim hissini yarattı içimde. Sonrası kısa bir hüzün, sağımda uyuyan Gülfem ve Gülfem'in etkisiyle gözümün önüne teker teker gelen Ankara'daki tüm sevdiklerim...Bu işler böyledir, nedense insanlar kötüyü görmeyi severler. Her bir nanenin ilk önce kötü tarafını görmemiz tembelliğimizin bir yansımasıdır tabi ama o bambaşka bir konu. Sözün kısası İstanbul iyi güzel de, Ankara da pek fena değil hani...Artık bu fikre iyiden iyiye alıştım.
Neyse, Şehr-i İstanbul'u bir de üniversite öğrencisiyken görelim dedik ve çalışmalarımıza başladık. Açıkcası bu plan da elimizde patlayacak diye çok korktum başları. Zaten 5h +İlyas Salman (biraz daha zayıfı) kılıklı bir organizatörün eline düşmemiz resmen bir musibet belirtisi gibiydi bizim için...Ama Allah'tan korktuklarımız başımıza gelmedi. Korkularımızın aksine gayet güzel bir gün geçirdik. Hatta bu dönemin en eğlenceli günüydü bile diyebiliriz. 10 saat içerisinde inanılmazı başardık, deli gibi gezdik ama klasik bir İstanbul gezisi değildi bu...Camileri gezelim, sarayları turlayalım muhabbeti yoktu bu sefer. Daha önce yapılmayanı yapalım dedik anlayacağınız.
Peki ne yaptık? Galata Kulesi'ne çıkıp manzarayı seyrettik, Erenler'e gidip nargile içtik, Mısır çarşısında "Abiye kıyafet ister misiniz, abla?" sorularına maruz kaldık...(abla nedir ya, biz daha 19 yaşındayız) ve tabi ki Türk erkeği nettir, her daim yardımseverdir vol bilmem kaçıda çekmiş olduk bu sırada:


Günün tek defosu kuşkusuz Disko Kralı idi. Saatlerce stüdyoya girmek için beklememizi geçtim beni esas şok eden şey stüdyo içinde yaşadıklarımızdı. Oturacağımız yerler konusunda bize çok cici bir bayan yardımcı oldu sağ olsun.
-Evet bayanlar, sizi şu köşeye alalım.
*Ama bizim grubumuz yukarıda kaldı.
-Olsun, siz burada oturun.
*Sebep?
-Kamera, açı falan, Okan'ın arkası...
*Oldu evet:S
Tabi ne kadar kaçabildik orası belli değil. Biz sıkıldık falan ama bir -iki saniye de olsa tvde görünmemiz en çok bizim anneleri sevindirdi...Hepsi reklam arasında telefona hücum ettiler resmen. İşte ilk reklam arası;
-Beste, izliyoruz!!!
*Anne ben konuk değilim ya...:)
Annem tüm programı seyretmiş, valla ben olsam en geç 1 saate bırakırdım.
Sonuç olarak gece 4.30'da biten programın ardından tekrar Ankara yollarında bulduk kendimizi... Ağrıyan sırtlar ve ayaklar ama bir de gülen suratlar kaldı elimize.
Güzeldi yani, çok güzeldi...

26 Kasım 2009 Perşembe

Facebook Sıktı, Morbant'a Geçelim

Evet sayın seyirciler; sıkı durun, yeni bir Ozan Önen icadıyla karşı karşıyayız. Hoc(c)am'ın büyük başarısından sonra yoluna Morbant ile devam etmeye karar veren bir grup genç kendi tabirlerince "üniversitelilere yönelik web 2.0 odaklı bir niş sosyal ağ ve yepyeni bir sosyal medya aparatı" yaratmaya karar vermişler. Güzel de etmişler zira hali hazırda üyesi olduğum bu site, kıyaslandığı sitelerden çok daha başarılı olacağa benziyor. En azından daha yaratıcı olduğunu iddia edebiliriz. Tabi site bir süre sonra amacından sapar mı bilemem. Bu konuyla ilgili endişeleri olan tek kişi ben değilim üstelik. İşte sitenin anasayfasındaki yazıdan bir kuple:
"öyle bir gerçek var yoldaşlar: çöpçatanlık için, ortamda "insan" olması yetebiliyor. yani, söz konusu alanımız morbant değil de odtü ormanları olsa dahi, orada birtakım insanlar varsa ve üzerine de iki gönlün bir araya geleceği tuttuysa, araya dağlar koysak ne olur?":)
Adamlar resmen şimdiden günah çıkartıyorlar:)

Neyse, ben merakıma ve sabırsızlığıma yenik düştüm, gittim üye oldum...Benim gibi annesinin karnında 9 ay nasıl durduğunu merak edenler varsa buyursun tıklasın;
http://morbant.com/
Bu arada şu an için sadece Bilkent, Odtü, Boğaziçi ve İtü öğrencileri kabul ediliyormuş, haberiniz ola!

19 Kasım 2009 Perşembe

Bir Kitabın Daha Sonuna Gelmiş Bulunuyoruz



All influence is immoral- immoral from the scientific point of view. Because to influence a person is to give him one's own soul. He does not think his natural thoughts, or burn with his natural passions. His virtues are not real to him. His sins, if there are such things as sins, are borrowed. He becomes an echo of some one else's music, an actor of a part that has not been written for him. The aim of the life is self-development...The only way to get rid of a temptation is to yield to it. Resist it, and your soul grows sick with longing for the things it has forbidden to itself, with desire for what its monstrous laws have made monstrous and unlawful.

Oscar Wilde
The Picture of Dorian Gray'den

10 Kasım 2009 Salı

Evet, Türkiye'nin En Büyük Yas Günü

19'a da girdim, artık bundan sonrası yokuş aşağı
Ben 18'i sevmiştim ama bakalım belki 19'u daha çok severim, göreceğiz.

Bu arada tam tamına;
599,639,104 saniyedir
9,993,985 dakikadır
166,566 saattir
6,940 gündür
991 haftadır
228 aydır
19 yıldır hayattaymışım
( Bu hesaplamayı yaptığı için uludağ sözlük'e ayrıca teşekkürlerimi iletirim)

Edit: Hain köfteler... Beni salondan karşılamınızı cidden beklemiyordum. Hepinizi çok seviyorum,
iyi ki varsınız:)

28 Ekim 2009 Çarşamba

Geçmiş Günler Kuru Geçti

Önümüzdeki günler kuru geçeçek demiştim.
Öyle de oldu.
Haftada yaklaşık beş essay yazan bu bünye tam intihar edecekti ki, hesapta olmayan küçük bir tatil kapımı çalıverdi. Ben de kapıyı açmakla kalmayıp ani bir kararla İzmir'e geldim Bengü ile. Aslında gelişim sürpriz olsun istemiştim ama annem telefonda özlem sebebiyle ağlamanın eşiğine gelince dayanamadım, itiraf ettim her şeyi:)
...ve tabi İzmir'de olmanın verdiği rahatlıkla da yaklaşık bir buçuk ay sonra ilk kez bloğun başına oturdum.
...
İzmir güzel İzmir.
Evim güzel evim demek istiyorum sadece.
Şehit haberlerine ağlayan annemi teselli etmeyi, babamla adını bile bilmediğim bir kanalda Türk tarihi ile ilgili ekstra sıkıcı bir programı izlemeyi, Hasan'la internet sebebiyle tekme tokat kavga etmeyi bile özlemişim.( aslında sonuncusunu özlememiş olabilirim)
Artık bir daha ne zamana yazarım Allah bilir. O zamana kadar herkes kendine iyi baksın, siz bana lazımsınız:P

Not: Sürpriz yapacağım ayağına annesinin kalbine indiren cani Gülfem'i kınamayı borç bilirim, hıh!

19 Eylül 2009 Cumartesi

Önümüzdeki Günler Kuru Geçeceğe Benzer, O Zaman...

Elimde bu kadar malzeme olmasına rağmen yazamıyor olmam son günlerde beni tedirgin etmeye başlamıştı. Bugün anladım ki sorun bende değil.İçimdeki yazma hevesini körelten canavar Bilkent'miş arkadaşlar, telaşa mahal yok yani!!
Evet, bayram dolayısıyla Ankara'da daha ikinci haftayı doldurmadan İzmir'e dönüş yaptık. Çok uzun zamandır Bengü'yle yolculuk yapmamıştık. Özlemişim valla ne yalan söyleyeyim. Evimi de özlemişim. Ama evimdeyken de Ankara'yı özlemişim. Özlemek güzel bir şey yahu, Allah özlemeyi özletmesin. En azından özleyebileceğim insanlar var çevremde. Aman neyse( Yaşasın yeniden zırvalayabiliyorum )
Peki Bilkent'te neler oluyor?
Daha dersler tam başlamadığından okul pek sıkmadı beni. Tek sıkıntım uyku düzenim. Ertesi gün ( ertesi gün bile değil aslında ) 8.40'da dersim olmasına rağmen 3'te yatabiliyorum mesela, hem de zorla... Bu konuda acil bir değişikliğe gitmem gerek. Yoksa sonum fena. Yani kütüphanede uyumak güzel de, nereye kadar diye sorarlar adama.
Kompozisyon, gramer gibi giriş derslerinden kurtulup; novel, short story gibi baba bölüm derslerine atlamamız da beni pek rahatsız etmedi. Bir de artık bizim bölümümüzde de kısmen karma eğitim(!) uygulanıyor çok şükür. Tiyatro ve felsefe bölümleriyle mitoloji dersini birlikte almamız( ki Bilkent'in şu ana kadar verdiği en mantıklı karardır bence) sınıfımızdaki erkek nüfusuna %500 gibi müthiş bir katkıda bulunarak bizim kızlara belki de hayatlarının en önemli fırsatını sunmuş oldu. Ayrıca tarih derslerini Nesrin ile birlikte alıyoruz. (Aman Tanrım! bir endüttürücü, ne büyük bir şeref. )
Okul hayatı böyle giderken sosyal hayat da pek fena gitmiyor gibi(Tahtalara vuralım hemen). Aksi olursa da sebebi ben değilim bu sefer, yurtlar müdürlüğü...
Bir de bugünlerde etrafımda cereyan eden olaylar yüzüme kocaman bir tebessüm kondurdu. Sevdiğim insanlar mutlu olunca ben de mutlu oluyorum sanırım. Sevmediklerim içinse...( Mevlana nerdesin? )
Bu 12 gün içinde neler yaptığıma gelirsek...
- İlk kez nargile içtim.( Aynı zamanda sonuncu içişim. DEĞİLMİŞ)
Nereye bakıyorsun demeyin, fenerin maçı vardı o sıralarda:)
-Üçüncü dil için kollar sıvandı. ( Almanca'yı saymaya dilim varmıyor, onu geçelim lütfen )
-Sofa keşfedildi.
-Nesrin'in izinden gidilerek hanımağa olmaya karar verildi. ( Katkılarından dolayı MMÇ'ye teşekkürler...)

-Falın gözü çıkarıldı.( Aaaaaaa, ne görüyorum öyle... Bu gerçek olamaz!)
Dikkatli bakın, o basit bir kahve falı değil:) Geleceğimin ipuçları yatıyor o fincanda:)

Dahası da var, ama zamanı gelince söylerim. Şimdilik bu kadar.

MMÇ'ye Not: Hem yazı yazıp hep çevirimiçi olabilirim, meşgulde neymiş? Bir de ileri görüşlü bir insan değilim ben. Gözlemleyebilme yeteneği diyelim biz ona en iyisi:)
Mecburi not: Sinan bey'in uyarısı üzerine yazıya küçük bir ekleme yapıyorum:
Tarih derslerini hem Nesrin, hem Sinan ile alıyorum....AAAA Matematik bölümünden biri, ne büyük bir şeref!

13 Eylül 2009 Pazar

Zorunda Mıydım Ki?

Başladı...
İkinci kat, doksanıncı yurt ( --->bir kız nasıl çirkefleştirilir? )
Numara 204=Gülfem'in yan taraf= Tam Hakimiyet
Nesrin, gel bize bazı bazı:)
Bengü'ye benden gelsin:)
seni ben ellerin olsun diye mi sevdim?
ah ellerin olsun diye mi sevdim?


Cümle kuramamanın ya da kurmak istememenin kişiyi getirebileceği noktalardan sadece birisindeyken!

6 Eylül 2009 Pazar

Eşyalar ve Kalpteki Dört Odacık


Farkındalığın ne demek olduğunu anlamaya başladığım günden beri, yaşadığım bütün acıları, sıkıntıları, üzüntüleri ve hayal kırıklıklarını sakladığım bir köşe var kalbimde… Kalbimin dört odacığından birini onlara tahsis etmişim zamanında büyük bir cömertlikle. Barışık değilim ama o odacıkla… Kapısını açmadım hiçbir zaman, önünden bile geçmişliğim yok aslına bakarsan. “Unutkanlık iyidir.” demişim hep. Yapmam gerekeni yapmışım işte, gerisi azıcık zaman. Ama her şeyin bir sınırı varmış…
Dolaplara tıkılan eşyaları bilirsiniz. Büyük bir vurdumduymazlıkla atılır bütün eşyalar oraya tek tek… Sonra bir gün yine elinizdeki bir eşyayı aynı vurdumduymazlıkla dolaba tıkarsınız, tam arkanızı dönüp yola devam etmeye hazırlanırken kapak açılıverir ve dolapta ne var ne yoksa hepsi savrulur gider. Anlamsız gözlerle arkaya baktığınızda karşınızda gördüğünüz şey bir nevi enkazdır. İşte tam o noktadayım şu sıralar… Arkama döndüm, bir enkaz gördüm ama ne yapacağımı bilemedim. Sorgulamak istedim sonra. “Ne diye gittiğim her yere onları da taşıyorum ki?” diye kızdım kendime . Yıkıp geçmek lazım aslında o odayı… Peki bunu yaparsam, o dört odacıktan birini bir mezarlığa çevirirsem, o odacığa giden damarlardan birini kesersem ya da, elimde kalan sözde kalple yoluma devam etmem mümkün olacak mı? Ateşkes mi imzalamalıyım yoksa? Şöyle tek tek toplasam her şeyi, yerli yerince koysam eşyaları yine dolaba kendi iyiliğim için? Arada kapıyı aralasam hatta durumu yoklayayım diye… Bunu mu yapmalıyım yani? Doğrusu bu mudur? Hayır, odayı bilmem ama eşyaların hepsi benim vücudumda benden tüketerek benle yaşamayı hak etmiyor. Hem zaten sırasını bekleyen yeni acılara da yer açmak lazım. Kalan sağlar bizim olsun. Odacığa da dokunmam, o görevini yapıp bütünü oluşturmak zorunda… O zaman bir süpürge verin de temizlik yapayım bari odanın kapısını yeniden kapatmadan önce…

2 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Şeyler, Bir Şeyler

Hafif bir kırıklık var üzerimde bugün. Mevsim değişikliği herhalde...Bir de yorgunluk var tabi. Vallahi şaşırdım desem yalan olur. Uzun zamandır bu kaçınılmaz sonu bekliyordum. Bu aralar fazla yüklendim kendime, aktiflik tavan yaptı:d Bendeki tembel bünye bu durumu anormal karşılamış olacak ki tepki vermekte hiç gecikmedi. Umarım kötüleşmez durumum gider ayak... Malum bu hafta yapılacak çok iş var:)
Söz hazır yapılacak işlere gelmişken, hemen haftanın bombasını(!) patlamak isterim. Evet millet, en sonunda direksiyon derslerim başladı:) Bugün hayatımda ilk kez direksiyonun başına geçtim. (yok yok, cidden ilk!) Âdettendir ilk başta boş bir arazide birkaç alıştırma yaptık. Yarım saat ya var ya yok kurs hocam bana "Hadi, çık yola" dedi. İşte o anda elim ayağım boşaldı:) Kıvırdım mı kıvırdım. Süper değildim belki ama arabayı kaydırmadım, stop ettirmedim:) Tek sorunum debriyajdan ayağımı çok hızlı çekmem... Eee, o da ilk günün acemiliği, olsun o kadar. Dersler birkaç gün daha devam edecek. Gelişmeleri aktarırım artık:)

Notumsu: Bu yazı Bengü'nün verdiği gazla yazılmıştır.
Ben yazar, sen çevirmen
Var mı bizimle boy ölçüşebilen?

Kitabıma geri döneyim bari=)

30 Ağustos 2009 Pazar

İş Hayatı, Dert Yumağı


Tam 4 gündür tabir-i caizse gece gündüz demeden çalışıyorum. ( sabah 9 - akşam 10 ) İlk iş deneyiminde kendimi bu kadar zorlamam iyi mi oldu, kötü mü oldu bilmiyorum. Zira hayallerim yavaş yavaş değişmeye başladı... Artık çalışan modern kadın olmak istemiyorum. Kafamda binbir tilki en kısa yoldan nasıl refaha ererim, onun hesabını yapıyor:d

Yani demem o'dur ki, iş hayatı çok zormuş. Tecrübeyle sabitlendi. Allahtan işin gezme tozma kısmı var, yoksa bu karmaşa hiç çekilmez. İşte bugünkü Meryem Ana- Efes gezisi...(aynı zamanda programın şu ana kadarki en rahat kısmı.)

Başmüfettiş'in gözünden;)




Dilek de tutdum:)



Benim ekibi sorarsanız, oldukça renkli tipler (her anlamda). Aramızda kalsın, biraz da tutumlular:) Alışveriş alışveriş dediler...Şöyle güzel bir alışveriş merkezine gidelim dedim. Tuttum bunları foruma götürdüm. İlginçtir ki, ben hariç kimse alışveriş yapmadı:) Neyse, misafirlerin dertlerini anlayınca ertesi gün hiç vakit kaybetmeden Kızlarğası'na gittik. Küçüklü büyüklü bir sürü nazar boncuğu aldılar. Ben de hayatımda ilk kez pazarlık yaptım:) Ve tabi alışveriş sonrasında Türk kahvesi içildi. (Fal da mı baksaydım acaba:d) Bir sürü de fotoğraf çektiler. İçlerinden bir tanesinin facebook hesabı varmış, diğer fotoğrafları bana en kısa zamanda gönderecek:) Şimdilik benden bu kadar. Geriye kaldı 2 gün...

25 Ağustos 2009 Salı

Mihmandar Beste

Şüphesiz bu yazla ilgili planlarım vardı ama bu kadarını cidden hayal etmemiştim. Yapmak istediğim birçok şeyi beni bile şasırtan bir kararlılıkla tek tek yerine getirdim. Bunları yaparken tatilimden de eksik kalmadım üstelik.
...
Şimdi sıra ilk iş deneyimimde. Evet, bütün aksiliklere rağmen en sonunda İZFAŞ'a "mihmandar" olarak kabul edildim. İlk iş için biraz ürkütücü aslında ama ileride benim için çok büyük bir avantaj sağlayacağı açık.
...
Malumunuz İzmir Enternasyonel Fuarı bu Cuma açılıyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da açılış töreni ve fuarı ziyaret amacıyla yurtdışından gelen heyetler olacak. Ben ve diğer mihmandar arkadaşlarım bu heyetlere İzmir'de bulundukları süre içerisinde eşlik edeceğiz. Benim grubum Endonezya... Eşlik edeceğim kişiler:
- Sanayi Bakanlığı Başmüfettişi
- Sanayi Bakanlığı Uluslararası İşbirliği Genel Müdür Yardımcısı
- Ticeret Bakanlığı Kıdemli Uzmanı

Bir aksilik olmazsa 27 Ağustos 20.05' te İzmir'e varacak olan Endonezya heyetini havaalanından karşılayıp, otellerine yerleştireceğim ve böylece görevim başlamış olacak. Bitiş ise 1 Eylül 18.50'de İzmir Adnan Menderes Havaalanı'nda...
Bana sanş dileyin...

Çılgınlıkta Sınır Tanımayanlar

Nikahta imzayı attı, sevgilisine kaçtı!!!
İstanbul'da 2 genç, gizlice evlendi. Nikahtan bir saat sonra 'Evdeki eşyalarımı alıp, hemen geleceğim' diyen genç kız, soluğu eski sevgilisinin yanında aldı.
İzmir'de bekarlığa veda partisini eski sevgilisi ile kutlayan gelin adayı ( :S oh sefam olsun... kına da yakmışlar mı beraber! ) damat tarafından basılmıştı. İstanbul'da da nikahtan çıkan bir gelin eski sevgilisine kaçtı. Eyüp'te bir tekstil atölyesinde çalışan İsmail Duran (27) işyerinde gördüğü Bahar C.'ye (19) ilk görüşte aşık oldu. Genç kızla arkadaşlık yapmaya başlayan Duran, iki ayın ardından ise Bahar C.'ye evlenme teklif etti. Genç kız da Duran'ı sevdiğini söyleyerek teklifi kabul etti. İki genç, ailelerinin onay vermeyeceğini düşünerek herkesten habersiz dünya evine girdi.
Nikahtan bir saat sonra Bahar C. eşine, kıyafetlerini almak için annesinin evine gideceğini söyleyerek dışarı çıktı. Evden çıkan Bahar C., aradan saatler geçmesine rağmen dönmedi. Genç adamın merak ederek telefonla aradığı eşi annesinin evinde olduğunu ve midesinin ağrıdığını söyleyerek kendisine iki gün süre vermesini istedi. Aradan iki gün geçtikten sonra eşine ulaşamayan Duran, bu kez evlerine gitti. Ancak eşinin orada olmadıığını öğrendi. Duran, kızlarından haber alamayan aile ile birlikte karakola kayıp başvurusunda bulundu. Polis, kısa sürede Bahar C.'ye ulaşarak genç kızın, eski sevgilisi ile birlikte olduğunu belirledi. 2 günlük eşinin, eski sevgilisine kaçtığını öğrenen Duran şoka girdi. Eşinin evlendikten bir saat sonra kendisini terk etmesiyle yıkılan Duran, boşanma davası açtı.         

Hayır, nikah eski sevgiliye bir nispetti desek, mantıken eski sevgiliyle kızın arasının açık olması gerekir. Bu durumda nasıl oluyor da sadece bir saat sonra kız diğer çocuğa kaçabiliyor. Hadi kız pişman oldu teklifi kabul ettiği için, eski sevgiliyle de araları düzeldi heralde kaçmaya karar verdiler desek, neden nikahtan önce değil de sonra... Sanırım gerçekler nikah masasında dank etti kızın başına. Malum, nikahta keramet vardır...

23 Ağustos 2009 Pazar

Uzunca Bir Yanıt

Akıllı olduğum için değil ama, kafa yorduğum için öğrendim...Neyse:)

20 Ağustos 2009 Perşembe

Ramazan Geldi, Hoş Geldi!

Nasıl geçti koskoca bir yıl! Geçmez denen zamanlar nasıl geçti göz açıp kapayıncaya kadar. Geçen yıl bu zamanlarda hüzünlü bir koşuşturmaca yaşıyorduk ailecek. Malum evin kızı Ankara'ya kaçıyordu. Ne kaçış ama! Zorla geldim Ankara'ya, zorla da gönderildim. Neyse ki Bengü vardı yanımda. Aysuncuğum, " Bundan sonra siz birbirinizin kız kardeşi olacaksınız." derken haklıymış. Sonradan aramıza katılan "diğer kız kardeşler" de Ankara'yı yaşanılır kıldı benim için:)

Allah tüm oruç tutacaklara bu sıcağa dayanmaları için sabır ve güç versin.
Ama özlemişim ramazanı. En çok da pideyi:) Beni en çok heyecanlandıran detaysa gece saat 3'te kalkıp yemek yiyecek olmam:) Malum ben o saatte çoğunlukla ayakta olduğum için acıkmış olacağım ve sonrasında oturup güzelce karnımı doyurmak benim için muhteşem olacak tabi...
...
Zaman su gibi akıp gitti, bir yıl daha geçti, bir ramazan daha kapımızı çaldı...Eee ne diyelim o zaman, hoşgeldin ramazan...
Herkese hayırlı ramazanlar:)

Bu da benden olsun, alın size ramazan rehberi:)
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/ramazan2009/index.asp?hid=12315959

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Yazarcık


-Bu da yeni moda oldu!!! Artık bir kitabı satın almadan önce internette ordan burdan kitabın yarısını okuyorum. İclal Aydın'ın "Senin Adın Bile Geçmedi" adlı kitabı için de aynı durum söz konusu... Ancak kabul etmeyelim ki, kitaba ait bu küçük alıntılar merakımı iyice körüklüyor, okuma şevkimi artırıyor. Demek ki neymiş, merak zaman zaman iyi şeylere de vesile olabiliyormuş:)

-Bütün gençlik blog alemine akmış da haberimiz yokmuş. Bekleriz efendim, hepiniz gelin! Gelin de biraz neşemizi bulalım:)

-Motor, sen ne illet bir şeysin!!! Bobinine de, eksantriğine de...

- "Kötüler alemi almış başını gidiyor, iyiler kendini yormasın boşa!" desem de inanmayın. Her masalın sonunda kazanan mutlaka iyiler olur ;) Eee, hayat da bir nevi masal değil mi zaten:)

-Hırs...Kimine göre hayatın olmazsa olmazsı, kimine göre tüm kötülüklerin anası...Hırslı bir insanmışım, öyle söylüyorlar. Tamam, kabul ediyorum; var birazcık:P ...Ve yine kabul ediyorum ki, yıpratıyor zaman zaman insanı bu illet. Ancak ben, hırsın bana kazandırdıklarını da sevmiyor değilim hani. Hırsım inançla birleşince elimden bir uçan bir kaçan:P
( I've got a big ego, such a huge ego...I talk like this cuz i can back it up!!!)
Yapamadıklarım içinse...(bkz: ukte)
...
Bir de bu özelliğimi kıskananlar varmış duyduğum kadarıyla, onlara da buradan selamlar olsun, kıskanç!!! ( Ben de kıskancım ya, banane!)

O hikayedeki karınca benim:)

17 Ağustos 2009 Pazartesi

The Supremes vs Dreamgirls

All u have to do is dream...

Bir tarafta 1960'ların en önemli Pop-R&B gruplarından "The Supremes", diğer tarafta "The Supremes"in Amerika'daki yükselişi, zirvedeki günleri ve dağılışından yola çıkılarak çekilmiş 2006 yapımı bir müzikal; "Dreamgirls". Özünde bir "Broadway Müzikali" olan "Dreamgirls" sinemalarda da oldukça iyi bir çıkış yaparak Amerika'daki müzik piyasasının yakın geçmişine ışık tuttu. (bkz: The Supremes, The Shirelles, James Brown, Jackie Wilson...) Güzel vakit geçirmek isteyenlere önerilir.
...


İşte Dreamgirls'ün ilham kaynağı The Supremes...
The Supremes- Baby Love / 1964






14 Ağustos 2009 Cuma

Twitter Geleceğin Facebook'u Olur Mu?


Facebook'un Türkiye'de adını duyurmaya başladığı ilk günlerde, gençler arasındaki bu yeni akımın tamamen bir saçmalık olduğunu düşünmüştüm. Uzunca bir zaman bu yeni trendin bir parçası olmamak için direndim. Ancak facebook kısa zamanda beklediğimden çok daha fazla yol aldı. Tabir-i caizse "face çılgınlığı" o kadar büyüdü ki ( snowball effect) artık istesem de onu göz ardı edemeyeceğimi anladım ve sonunda bu günlere geldik. Şimdi her gün girip bir kere bakmazsam kendimi eksik hissediyorum.
...
Bugünlerde yine Amerika'da almış başını giden ancak Türkiye'de henüz adını facebook kadar duyuramamış başka bir intenet çılgınlığına merak sardım: Twitter... Sonu facebook gibi olur mu bilmem ama şahsi fikrim eğlenceli olduğu yönünde. Tabi siz Twitter için de bir teşhircilik örneği diyebilirsiniz ama Twitter'da kullandığınız nicknameler, gerçek kimliğinizi koruyor, eğer isterseniz tabi
Bakalım Türk gençliği Twitter'e ne zaman el atacak, ya da es mi geçecek onu? Zamanla göreceğiz.

13 Ağustos 2009 Perşembe

Yurdumun Kuaförleri Kesmek İster


Konu saç olunca, bende akan sular durur. Saçımın istediğimden ne bir parmak uzun olmasını isterim, ne de kısa...Zira saç, görüntümüzü, simamızı en çok etkileyen unsurlardan biridir. Bu konuda oldukça mızmız olduğumu kabul ediyorum. Ama saç bu...Sizi vezir de eder, rezil de... Hassas bir mevzudur yani :) Gelgelim güzel ülkemin güzel kuaförleri (özellikle erkek bayan kuaförleri) hiçbir zaman sizin dediğinizi tam olarak yerine getirmez. "Saç buldun mu kes abi, bakma gözünün yaşına." Adamlardaki bilinçaltı çok fena...Daha bugün konuştum bir tanesiyle, adam "Rüyalarımda sürekli kadınları görüyorum." dedi. Ben de " E yani, ne var bunda, ne güzel işte." tarzında bir tepki verince, "Öyle değil ama... 50 yaşında kadınlar, makaslar, fırçalar, saçlar görüyorum ben." diye karşılık verdi. Adamın psikolojisi bozulmuş resmen bütün gün benim gibi uyuzlarla uğraşmaktan. Bazen düşünüyorum da kuaförler bizim saçları keserken bir nevi intikam alıyorlar bütün kadınlardan:P Yoksa, neden hep söylediğimizin tam tersini yapsınlar ki...
...

Neyse efendim, bugün belki bir istisna olur, şu kuaförden bir kerecik de olsa memnun ayrılırım dedim ama sonuç yine değişmedi:
Hazin son...Yenilgi...

Naki=10
Beste=0

Bkz:

Level 1: Bak kısa olmasın ama tamam mı, ucundan azıcık, lütfen...
Level 2: Ay ay ay...Yeter tamam, bırakalım...
Level 3: Allahım sana geliyorum!!!
Final: Gitti bizim Rapunzel gibi saçlar... Neyse, kökü bende nasıl olsa:)

11 Ağustos 2009 Salı

Ayar Çekme Sanatı!


Edebiyat dünyasının polemikleri her zaman ilgimi çekmiştir. İki insanın çekişmesinden çok daha fazlası vardır o tartışmalarda. Onlara "tartışma" demek bile bir hakerettir aslında. Öyle sanatsal yapılır ki bu iş, işin edebi boyutu o kadar ön plana çıkmıştır ki, zaman zaman seviyenin düşmesi bile sizi rahatsız etmez. Sıradan bir insanın ağzında oldukça vasat durabilecek sözler, küfürler bu insanlar tarafından edebiyatın o güzel derinliği ile öyle bir allanıp pullanır ki, size sadece olup biteni hayranlıkla izlemek düşer.

İşte hiciv ustası Nefi'den müthiş bir örnek:

"Tahir Efendi bana kelp demiş,
iltifatı bu sözde zahirdir.
maliki mezhebim benim zira,
itikadımca kelp tahirdir."


Mini Sözlük

*kelp = köpek
*maliki = sunni mezhebinin dört alt kolundan biri
*itikat = inanç
*tahir = temiz

Bu dörtlükle kendisini temize çıkaran Nefi, Tahir Efendi'ye de köpek sözünü aynen iade ediyor. Hayran kalmamak elde değil...

Ali Koç'un kulakları çınlasın...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Thunder.

Beni ne kadar takip ediyorsunuz bilmiyorum ama bir süredir içimden geçenleri, duygularımı,üzüntülerimi,mutluluklarımı ve ekstra sıkıcı hayatımı sansürsüz(!) bir şekilde sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. Bir gerçek var ki bu sanal günlük bana ilk günlerde vadettiğinden çok daha fazlasını sundu. Ona büyük bir sevgiyle bağlandım:) Blog işini de sevdim doğrusu, kıvırır gibiyim sanki...İşte bu yüzden işi biraz daha büyütmeye karar verdim(k). Bundan sonra bir bloğum daha olacak. Daha doğrusu üyesi olduğum bir blog...
...
Bloğumuzun adı "Thunder". Bir ekip çalışmasının ürünü... Yukarıda da bahsettiğim gibi benimle birlikte başka yazar arkadaşlarım da olacak siteye katkılarını sunan... İçerik olarak tobeeornottobee'den farklı olacak kuşkusuz. Ama siz beni ve yazılarımı "bee" adı altında Thunder'da da okumaya devam edebilirsiniz. İşte size link:
nthundern.blogspot.com/
...
Tabi bu gelişme kendi bloğumu boşlayacağım anlamına gelmiyor. Buraya çekilmeye ve kendimi anlatmaya her zaman ihtiyacım olacak. Ne de olsa burası benim biricik mabedim ve ilk göz ağrım...

7 Ağustos 2009 Cuma

Tesadüf Bilinçaltımızdır!


Şu sıralar denemeler romanlardan daha çok ilgimi çekiyor. Kendimi özgür hissediyorum deneme okurken...Herhangi bir bağlılık olmuyor çünkü. Ne zaman istersem o zaman alıyorum kitabı elime. Yeri geliyor 5 sayfa, yeri geliyor 50... Altını çize çize okuyorum onları, bana öğrettikleri daha fazlaymış gibi geliyor nedense...
...
Ahmet Altan'ın İçimizde Bir Yer adlı kitabının "Bir Sabah Uyandığında..." adlı denemesinde müthiş bir cümle geçiyor. " Tesadüf Bilinçaltımızdır." İlk bakışta anlam verememiş olabilirsiniz bu cümleye... Ama Altan anlatmaya devam ettikçe aslında ne kadar doğru ve farklı bir bakış açısı olduğunu hissediyorsunuz.
...
Hayat bir tesadüfler silsilesi midir? Daha da önemlisi bu tesadüfler cidden garip rastlantılar sonucu meydana gelmiş, hayatımızda çok da anlamı olmayan ufak ayrıntılar mıdır?
Tesadüf dediğimiz şey kimi zaman hayatımıza köklü değişiklikler getiriyor ya da etkileri o değişikliklere vesile oluyor. Tesadüfler birçok insanın yaşamının dönüm noktası haline gelebiliyor. Ancak bizler tesadüfleri hep onunla karşılaştıktan sonraki boyutuyla inceliyoruz. Ya bunun daha öncesi de varsa?
İşte Altan'ın söylemek istediği şey de tam olarak bu aslında. Tesadüfler aslında tesadüf değildir. Tesadüfleri hazırlayan aslında bizleriz. "X " kişisinin hayatımıza girmesi aslında tesadüf değil... Biz kendimizi onun varlığı için uzun bir süredir hazırlamışız ki onu gördüğümüzde sadece görmekle kalmayıp onu hayatımıza katmak istemişiz. Yoksa o da oradaki "diğer" insanlar gibi sadece "diğer insan" olarak kalacaktı...
...
Bilinçaltımızın bu denli bir güce sahip olduğunu bilmek çok güzel...Ben sadece düşüncelerimle bile hayatımı değiştirebilirim aslında.
...
Tesadüfler hiç eksilmesin hayatımızdan...

6 Ağustos 2009 Perşembe

Sınav korkusu insana neler yaptırırmış!!!

Dilek Hanım'ın Müthiş Başarısı...Her gün 100 soru sınavlara iyi gelir:)

Deneme 1:

Dilek: 100
Beste: 96

Deneme 2:
Dilek:100
Beste:92

Yukarıda gördüğünüz rakamlar sürücü kursumuzun yapmış olduğu deneme sınavının sonuçlarıdır.

Bu sonuçlar karşısında annemin önünde sadece saygıyla eğiliyorum. Ben de dahil olmak üzere sınıftaki herkesi geçip ilk sıraya oturdu:)
Hırsımın kimden geldiğini merak ederdim. Bu durumda babamın "Benim çocuklarım bana benzer." teorisini de çürütmüş oluyoruz sanırım:)

Anne Ben Boşverist Oldum!!!

Boşverizm Karl Boshwer ( evet boşver:)! ) tarafından ortaya atılmış bir düşünce akımı... Felsefesi adından da anlayabilceğimiz üzere boşvermek...Ama öyle böyle değil, cidden boşvermek!!!

Boşverizm kelimesi hayatıma yaklaşık 5 dakika önce sevgili arkadaşım, ulu:)http://www.uludagsozluk.com/goster.php?id=5753021 insan Nesrin Dönmez tarafından sokuldu. Bkz:

...
Şaka bir yana, aslında benim gibi kendi içinde obsesif olan insanlar ( her konuda ama , bir de kendi içinde diyorum, yani çevresindekilere ya da zarar vermesi umulan insanlara değil de bilgiğin kendisine zarar veren... ) Boshwer'in söylediklerine kulak vermeli...
Neyse bazen anlıyorsunuz ki kafanız kafa yorduğunuz şeylerden çok daha kıymetli. Ama benim gibi bu durumun farkında olup da "Banane. Kafa benim değil mi" diyenlerdenseniz daha çok üzülürsünüz...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Taşların Gücü:)



"Change" sloganıyla yola çıkan tek kişi Obama değil aslında... Yes, I can!

En az benim kadar deli olan canım teyzem Salı günü kolumdan tutup beni Hatay'a götürdü. Neymiş efendim burcumuza göre taş alacakmışız, özenmiş. Peki, alalım çok istiyorsan dedim ve yola koyulduk. Bir süre sonra aradığı niteliklere sahip, güzel bir bujitericide bulduk kendimizi. Gayet hoş bir ortam yaratmışlar, hangi burca hangi taş alınırmış, o taşların özellikleri neymiş teker teker yazmışlar. Ne yalan söyleyeyim, bir süre sonra ortam benim de ilgimi çekmeye başladı. Şöyle bir bakıyım dedim benim burcumun taşları neymiş. Taşların özelliklerini teker teker incelerken gözüme birden akik taşı ilişti. Özellikleri:
-Sinir ve stresi azaltır.
-Tembel bünyelere canlılık getirir.
-Kişinin yaşadığı an'a konsantre olmasını kolaylaştırır:S :)
İşte bu dedim. Aradığım taş buydu. Ne kadar büyük olursa etkisi o kadar fazla olur(!) diyerekten yukarıda da gördüğünüz kolyeyi aldım, teyzem de eksik kalmadı tabi... Artık ne kadar faydası olur bilemiyorum ama işimiz taşlara kaldıysa fena:)
...

Teyzemden gelen ilk tepki:
-Taş işe yarıyor mu bari?
-Çok büyük bir fark hissedemiyorum:) ama kolyeyi beğendim.
-Bu çok büyükmüş ya, boynum ağrıyor, sinirlerim daha çok bozuldu...:)

4 Ağustos 2009 Salı

Karşılaştırmalı Edebiyat Volume I =)

Afyon Yuttursan Kontrolünü Kaybetmeyecek İnsan vs Doğuştan Bir Miktar Şarhoş Olan İnsan...

Kimin kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım...
Bazen merak ediyorum, taban tabana farklı kişilikleri olup da bizim kadar iyi anlaşabilen ( ya da birbirine katlanabilen! ) başka iki arkadaş var mıdır? Beni bilen bilir, zıt gittiğim insanlarla çok vakit geçiremem... Şahsi fikrim Gülfem hanımın benim tam zıttım olduğudur. Ancak, kendisine de daha önceden söylediğim gibi ondaki durum biraz farklı. Artık aura mı desem, saflık mı desem, iyi niyet mi desem bilemiyorum:p Ama bir gerçek var ki bugüne kadar bana yaptığı tüm uyuzluklara rağmen ondan bir türlü kopamıyorum... Peki ama ne var da bu kadar farklısınız diye sorabilirsiniz. Oturup size liste de çıkarabilirim ama buna hiç gerek yok. Beste neyi yapmıyorsa bilin ki Gülfem onu yapıyordur, Beste neye hayır diyorsa Gülfem ona evet diyordur... Fakat ilginçtir ki vardığımız noktalar hep birbirinin aynısı.
...

İkimizde aynı noktaya varıyorsak, aynı noktalara vardığımızda tavırlarımızdan şikayetçi oluyorsak, zaman zaman üzülüyorsak hatta, bir yerlerde hata yapıyoruz demektir. Marifet şu yukarıda yaptığım benzetmenin ortasını bulabilmek herhalde. İşte bu yüzden Gülfemciğim, aldığımız radikal kararları uygulamak bizim için farz oldu. Zira ne kendim üzülmek isterim daha fazla, ne de sevdiklerimin...
...
Günün sözü: Gerçek dost muhtelif zamanlarda yanında olup, daha sonra sana sırt dönen değildir. Bu satırları okuyan güzide insan, sen de bir dön bak bakalım arkana, orada neler var...
...

Gulfemss, bütün hayatın boyunca mutlu olman dileğiyle;) ( Gözümü de kırptım, bilmem anlatabiliyor muyum?)

Başlığı yok

Aç birinin iyi bir yemeğin tadını almasının neredeyse imkansız olduğunu, yemeğin gerçek lezzetini fark edebilmek için biraz doymuşluk gerektiğini çok sonraları öğrenecektim.
Ahmet Altan

Ben öğrendim
Bundan sonra farklı olması dileğiyle her şeyin...

Ben anlamadım bakışı atan insan! Her şeyi anlamak zorunda değilsin...Bir kere de anlama...

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Gelişmeler...


Maşallah diyin bakim!

Bloğu takip edenler bilir, zamanında Bengü'ye evimize olan ziyaretlerini en kısa zamanda iade edeceğimi söylemiştim. Ettim. Aslında gelir gelmez yazacaktım ama Bengü'ye ulaşır, ondaki müthiş Mert resimlerini de eklerim diye bekledim fakat sevgili Balkan'dan hâlâ tık yok.
Neyse efendim haftasonu Torbalı'ya küçük bir ziyaretim oldu. Ama ne ziyaret... İlk olarak Torbalı'da kalmama izin vermeyen babamı ufak bir oyunla tongaya getirdim. Sonrası muhteşem zaten...
-Berna ablayla tanıştım...
-Mert ile tanıştım...
-Kordon hayalleri suya düşse de Syn Kırdal ve Bengücüğüm ile korulukta güzel bir akşam geçirdim...
-Havuza gittim...
Müthiş bir haftasonu geçirdim kısacası. Bir süredir tekdüze giden hayatıma renk gelmiş oldu.(bu noktada MMÇ' ye selamlarımı iletiyorum :P ) . Bana bu güzel haftasonunu yaşatan Balkan ailesine de güleryüzleri ve hoşsohbetleri için sonsuz teşekkürlerimi borç bilirim...

Kısa kısa:
-Sürücü kursu bütün sıkıcılığı ile devam ediyor... Direksiyona geçseydik artık yahu=(
-Yeni kararlar almaya devam! ( 1,5 ay sonra aldığım kararları uygulamazsam bana yazıklar olsun! )
-Alınması gereken ama bir türlü alınamamış kararlar bütün sinir bozuculuğu ile kafamda dolanmaya devam ediyorlar!
-Daha az sinirli bir insan olma çabalarım boşunaymış gibi bir his var içimde ama hayırlısı.
-Erolcan'ın tavsiyesi ile dinlemeye başladığım Deep Purple'dan Perfect Strangers'ı şiddetle öneririm.( Evet, 2.25'den sonraki solo çok iyi...)
-Hayatımıza giren insanlar üzerimizde ne kadar da büyük etkiler bırakabiliyor. Şasırtıcı!
-Rüyalara inanır mısınız? Ben inanırım... İleride ben yazmıştım demem inşallah! ( Bir dakika ya, benim burada inşallah görürüm demem gerekiyordu...Yoksa yoksa Mesnevi işe mi yarıyor? İyi bir insan mı oluyorum yani! Mevlana aç kollarını sana geliyorum! )
-Bu gidişle bana bir tek Mevlana kollarını açacak ama neyse=)
-Evet, insanları fotoğraflardan tanıyamazsınız.

31 Temmuz 2009 Cuma

Gönül Gözü=)

Manâ denizine susamış isen Mesnevi Adası 'ndan denize bir ark aç. Mesnevi arkından gidersen denizlerin altını, mercanları görürsün.

Sığ...Denizin bile sığını sevmem, nerede kaldı insanlar...Ama ya ben de o insanlardan biriysem? Bu sorunun cevabı beni uzun zamandır korkutuyor. Ya bir gün ben de o karşılaşmaktan dahi korktuğum insanlardan biri oluverirsem!
...
Yara aldıkça hiddetleşen, hiddetleştikçe hoyratlaşan, hoyratlaştıkça tozu dumana katanlardan olmak istemiyorum. Beklemenin can acıtmadığı bir yer bulmak istiyorum. Huzur istiyorum. Mantıktan bıktım, delirmek istiyorum. Nefret etmekten sıkıldım, sevgi istiyorum. Sınırlar kalksın, sınırsızı arıyorum.
...
Mercanları görebilğim günlerin düşü ile...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Tobeeornottobee is on hiatus=)

Karaburun, tatil, internetsiz ortam, deniz, güneş, kum, kitap...
Evet, el değmemiş saklı cennetimizdeki ( keşke biraz el değseydi...) ilkel yaşam koşullarından ötürü bloğu biraz boşlayacağım. Haberiniz olsun da sonra " Bak, iki günde sıkılda da bıraktı." demeyin=) Yolum olurda internet kafeye düşerse- ki çok zor- görüşürüz.
Bir de bir de... Gelmek isteyenlere her zaman kapımız açık;)


Tatil başlasın o zaman....

30 Haziran 2009 Salı

Dikkat ! Sürücü Adayı...

Müjdemi isterim! Artık ben de bir sürücü adayıyım. Yani aslında " "biz". Zira annem, babamla yaptığımız baskılara karşı koyamadı ve ehliyet almaya karar verdi. Esasen, annemin sınavı geçememe korkusu sebebiyle bu durum aramızda bir sır olarak kalacaktı ama...=)

Tabi biz kendi çapımızda bugünden başladık derslere...Özellikle ben Hasan'ın (13) engin bilgilerinden müthiş faydalanıyorum. bkz:
-Hasan, geri giderken neler yapmalıyım?
-Arkana bak.

Special thanks to Yiğit Özgür:P

Ehliyeti alırsak, seneye İzmir kazan biz kepçe...:P

...

Bunlar da Hasan'ın gözünden benim duygularımmış!!
Evet,bugünden itibaren resmen bir sürücü kursu adayıyım ( sürücü kursu adayı mı:S ).Çok mutluyum fakat ilk ders çok zor geldi. ( ilk ders mi, bismillah:S) Kazanacağımı sanmıyorum.... (Nedenmiş??) Kazanamasam da sağlık olsun. ( Olsun...) Seneye tekrar denerim. ( Hiç sanmıyorum...) Nasıl olsa kıyak geçiyolar bana....( Babam sağolsun...) =)

27 Haziran 2009 Cumartesi

Bazen Sadece Bu Kadardır...

- Ben acaba'lardan çok sıkıldım.
+ ...içini rahat tut.
-Evet, çok mantıklı.

Teşekkür ederim...

Great Expectations

I'm not going to tell the story the way it happened. I'm going to tell it the way I remember it...

*Let's say there was a little girl, and from the time she could understand, she was taught to fear... let's say she was taught to fear daylight. She was taught that it was her enemy, that it would hurt her. And then one sunny day, you ask her to go outside and play and she won't. You can't be angry at her, can you?

Charles Dickens

25 Haziran 2009 Perşembe

No Man Is An Island


No man is an island entire of itself; every man
is a piece of the continent, a part of the main;
if a clod be washed away by the sea, Europe
is the less, as well as if a promontory were, as
well as any manner of thy friends or of thine
own were; any man's death diminishes me,
because I am involved in mankind.
And therefore never send to know for whom
the bell tolls; it tolls for thee.

Tanımadığı insanların ölümüyle eksilen, daha doğmamış çocukların varlığı ile çoğalanlara...

Edit: Yani aslında her insan kendi içinde bir bütün olarak görülebilir ama hiç kimsenin mükemmel olmadığını düşünürsek o bütün yine tam bir bütün olmaktan çıkar...
"We are the imperfect tiny pieces that somehow ironically compose the perfect..." diyeyim o zaman bari..

24 Haziran 2009 Çarşamba

İade-i Ziyaret

Efendim, bugün en sonunda vuslata erdik. Uzun zamandır yaptığımız planlar (!) sonuçsuz kalmadı ve Bengü hanım ve "Aysuncuğum" ilk kez evimize teşrif ettiler. Tabi bizdeki hazırlık dünden başladı. Liste çıkarmalar, alışverişe gitmeler, temizlik yapmalar... Annemde bir telaş, bir telaş. Görende ordu geliyor sanacak. Halbuki ekstradan bir kişi geldi, o da sevgili "sözleşmeli kayınvalidem" Nevin teyzeciğim =) Hakikaten çok güzel, gırgır bir gün geçirdik. Tabi Bengü için gün eminim daha zevkli geçmiştir. Zira kendisi bugün bir tekel bayisinde orta yaşlı bir amcadan -artık kendisi için mi oğlu için mi bilmiyoruz- evlilik teklifi aldı:

Bengü: Ben bir kola alabilir miyim?
Amca: Evlenmeyi düşünüyor musunuz?
Bengü: ...:S, kolanın fiyatı ne kadardı acaba? =)

Bu arada gün içerisinde geçmişe kısa bir yolculuk yapıp küçük Bestecikleri andık: Beste fotomodelken, Beste Ürgüp'te, Beste sünnette, Beste andaç çekimlerinde, vs... Tabi bazı fotoğraflar bizi yıktı :P






Eğer ütopik planlarımız gerçekleşirse ben, Bengü, Mehmet, Nesrin ve kendisinin haberi olmasa da Alper Torbalı'da buluşacağız inşallah. Gerçekleşmese de ben zaten iade-i ziyaretin iadesini yapacağım yakın bir zamanda Bengücüğüm sen merak etme=)

23 Haziran 2009 Salı

Marcel Proust



Sözlüğe kayıt olmak şüphesiz geçen yıl verdiğim en doğru kararlardan biri. Kimilerine göre saçma olan bu sanal dünyanın getirileri oldukça fazla aslında. Misal ben sözlüğün yardımıyla daha önce hiç duymadığım bir sürü küfür öğrendim:) Tabi sözlüğün bana tek getirisi bu olmadı. Sağolsun beni hem güldürdü, hem düşündürttü. Zaman zaman yazarların cinsiyetçi yaklaşımları beni kırdı geçirdi. ( Cinsiyetlerini nereden biliyorsun diye sormayın, çok açık ediyolar, gerçi ben de dahilim bunlara :P ) Bir tarafın "ak" dediğine diğeri ne kolay "kara" diyebiliyor, çok şasırtıcı... Kimi, zaman da içimde ne varsa sözlüğe döktüm.
bkz: - sözlük bir derdim var.
- söyle yavrum...
Bugün yine gezinirken " Marcel Proust" adlı Fransız bir yazar için girilen entryleri okudum. Açık konuşmak gerekirse bu adamcağızla ilgili pek bilgim yoktu. Şöyle mini bir araştırma yapınca büyük eksiklik olduğunu farkettim. Zira adamın aşk başta olmak üzere birçok mesele hakkında müthiş önermeleri var. Bakın neler demiş:

-Hesapta olmayan aşılması imkansız engellere çarparız. En güçlü engellerden biri, şüphesiz, sevmeyen bir kadında kendisini seven erkeğe duyduğu, bastırılması imkansız, korkunç tiksintinin yarattığı engeldir.
-Aşk konusunda yanlış seçimden söz etmek hatalıdır, zaten seçim varsa o yanlıştır.
-İki insan ayrılırken şefkatli konuşan taraf aşık olmayan taraftır. ( Bak bu da çok doğru bir tespit işte...)
-Aşık olmayanlar mükemmel bir erkeğin sıradan bir kadın yüzünden niçin ızdırap çektiğini anlayamazlar. ( Bence ömürleri boyunca sürünsün yatandaşlar Marcel amcacığım :P )

Vallahi ben bu adamı tuttum, gidip bir kitabını alacağım hemen, size de tavsiye ederim. Bir de uyuyan güzeller artık siz de katılın sözlük alemine de eğlencemizi bulalım
ps: bilkent kampüs kabul edilmiyor efendim...

22 Haziran 2009 Pazartesi

Millet Zırvalar Da Ben Zırvalayamaz Mıyım?

Vallahi nasıl oldu diye sormayın, oldu bir kere. Bilgilerinizi girin diyordu, girdim; şablonunuzu seçin diyordu, seçtim; en son sayfanız oluşturuldu dedi, ben de " E, yazıyım o zaman bari" dedim. Artık zırvalayacağız, dönüş yok. Ey dostlar ve diğerleri... Olacakları ben de en az sizin kadar merak ediyorum. Şüphe yok ki, hepiniz günün birinde bu sitenin bir parçası olacaksınız! Zaman zaman adlarınız değişse bile;) Hadi bakalım, hayırlısı...

Zorlu yaşamın dev kapısından içeri korkak gözlerle bakan çocuğa, sadece kendime...