25 Ocak 2010 Pazartesi

Nereden Nereye


Böyle sonuçlanacağını düşünmemiştim bugünün.
Utanılacak bir şey mi bilmiyorum ama şiir aklıma hep sıkkın olduğum zamanlarda gelir. Kasvetli şiirleri okudukça daha bir sıkılır ama sonunda ironik bir şekilde rahatlarım. Bugün yine öyle anlarımdan birinde aklıma Sylvia Plath geldi. Bana göre şiirleri gibi yaşamı da çok etkileyicidir Plath'in. Belki bilindik şeylerdir başından geçenler (babayla sorunlu bir ilişki, babasıyla özdeşleştirdiği adamın onu aldatması...)ama bu olayların ondaki izinin eserlerine yansıması gerçekten farklı olmuştur ki şiirlerini kendine has kılan da budur bence. Bu arada itiraf etmek gerekirse her zaman ürkek bir şekilde okumuşumdur bu kadının şiirlerini. Hep ya anlayamazsam korkusu olmuştur bende, garip bir şey. İlk okuduğum şiiri Mad Girl's Love Song'tur ki bu şiiri 2008'in kasımında Valerie'ye de okumuştum:

"I shut my eyes and all the world drops dead;
I lift my lids and all is born again.
(I think I made you up inside my head.)

The stars go waltzing out in blue and red,
And arbitrary blackness gallops in:
I shut my eyes and all the world drops dead.

I dreamed that you bewitched me into bed
And sung me moon-struck, kissed me quite insane.
(I think I made you up inside my head.)

God topples from the sky, hell's fires fade:
Exit seraphim and Satan's men:
I shut my eyes and all the world drops dead.

I fancied you'd return the way you said,
But I grow old and I forget your name.
(I think I made you up inside my head.)

I should have loved a thunderbird instead;
At least when spring comes they roar back again.
I shut my eyes and all the world drops dead.
(I think I made you up inside my head.)"


Yazılanlara göre başarılı bir öğrenciymiş Sylvia, hırslıymış aynı zamanda. Smiths College'dan burs kazanmış, New York'ta bir moda dergisinde staj yaptığı dönemlerde ruhsal bunalıma girmiş ve kısa bir süre sonra da intihar girişiminde bulunmuş ancak ölümün pençesinden kurtulmayı başarmış. (Tabi o gerçekten kurtulmak istiyor muydu bilinmez.)
Kocası Ted Hughes'a gelirsek o da Sylvia gibi edebiyat dünyasından. Çiftin iki çocukları var ancak her ne olduysa aralarında, Ted günün birinde Sylvia ve çocuklarına sırtını dönüveriyor. Hughes'la ilgili çok bilgim yok ama kendisiyle ilgili söyleyebileceğim tek bir şey var o da Sylvia'nın ölümünden kısa bir süre önce yazdıklarını yakmasının olağanüstü bencil bir davranış olduğu. Her ne kadar Hudges'ın savunması oldukça masum görünse de yapılan şeyin kabul edilebilir bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. ( savunma: What I actually destroyed was one journal which covered maybe two or three months, the last months. And it was just sad. I just didn't want her!children to see it, no. Particularly her last days.) İzin verirseniz hadi ordan demek istiyorum!
Neyse,konuya geri dönersek kocası Ted'in Assie Wevill ile olan ilişkisini kabullenen Sylvia iki çocuğunu da alıp Londra'ya geliyor ve 1963'te gaz açıkken kafasını fırına sokup intihar ediyor. Annesinin deyimiyle Sylvia zaten intihara eğilimli bir kız. Ölmeden kısa bir süre önce yazdığı Lady Lazarus adlı şiirine göz atarsak bu gerçeği çok daha rahat görebiliriz:

"i have done it again.
one year in every ten
i manage it" (Geçmişte teşebbüs ettiği intiharlar? ve gelecekte hayatına son verecek olan intihara ithafen)

Plath'in Daddy adlı şiiri de pek meşhurdur. Babası için yazdığı bu şiirde kocasına da göndermeler yapmıştır Plath:

"i have always been scared of you,
with your luftwaffe,your gobbledygoo.
and your neat moustache
and your aryan eye, bright blue.
panzer man, panzer man, o you!
...
if i’ve killed one man, i’ve killed two-
the vampire who said he was you
and drank my blood for a year,
seven years, if you want to know.
daddy, you can lie back now."


Son olarak Sylvia'nın mezarında "Even amidst fierce flames, the golden lotus can be planted" yazılıdır ki oldukça manidardır bu cümle hayatını düşünürsek.

Küçük bir not geçmek gerekirse yukarıda bahsettiğim Assie adlı bayan da Ted Hughes ile birlikteyken aynen Sylvia'nın yöntemiyle intihar etmiştir. Garip.
Bir başka not ise yeni yeni tanımaya başladığım Nilgün Marmara ile ilgili . Kendisi Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu ve idollerinin başını Sylvia Plath çekiyor. Hatta Plath hakkında "Syvia Plath'in Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi" adlı bir tezi de bulunmaktadır ki tez şu sözlerle başlıyormuş. Etkilendim, yazacağım:
"çölde
bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi.
çömelmiş oturuyor
yüreğini ellerinde tutuyor
yiyordu.
dedim ki: 'tadı güzel mi dostum?'
'acı, acı' diye karşılık verdi,
'ama seviyorum
çünkü acı
ve benim kalbim'" ( Alıntı Nilgün Marmara'ya ait değil, esas şairin tam adını bulamadım ne yazık ki- ekşiye göre H. Grane'ymiş.)
Nilgün Marmara da sadece 29 yaşındayken intihar edip hayatına son vermeyi tercih etmiş. Bu da garip cidden.

Evet, bugünün böyle sonlanacağını hiç düşünmemiştim. Güzel oldu ama...

18 Ocak 2010 Pazartesi

Manyaklık

Amaçsız bir kayıttır. Eminim Oscar Wilde yaşasaydı şu yaptığımla dalga geçerdi (Bir yazanlar bir de alıntı yapanlar vardır diye.) ama elimde değil bu paragrafı paylaşacağım. Unutmak istemiyorum çünkü. Hem başkaları da görsün, öğrensin. Bir faydam olur belki.

The Remarkable Rocket

"...Well that is his loss, not mine," answered the rocket. "I am not going to stop talking to him merely because he pays no attention. I like hearing myself talk. It is one of my greatest pleasures. I often have long conversations all by myself, and i am so clever that sometimes i don't understand a single word of what i am saying."

http://www.literaturecollection.com/a/wilde/333/

11 Ocak 2010 Pazartesi

Teleköle


2.sınıf ELIT öğrencileri olarak geçen cuma itibariyle güz dönemini kapatmış olduk. Herkesin iyi bir tatile ihtiyacı olduğu açıktı ama Bilkent'in erken kalkan yol alır zihniyeti ne yazık ki bizi yine mağdur etti. Malumunuz herkes finalleriyle uğraştığı için etrafta bir tek genç yok. Durum bu iken benim payıma da evde oturup televizyon izlemek düştü bugün ve farkettim ki televizyonla aramdaki o duygusal bağdan eser kalmamış. Ancak birkaç detay vardı ki bu sevimli kutucukta bahsetmeden edemeyeceğim doğrusu.

Ben bugün bunları gördüm:

Gündüz kuşağının izdivaç programları tarafından ele geçirilmesi ve bu evlilik programlarındaki damat ve gelin adaylarının genellikle 50 yaş ve üzeri olması.
İki üzüm bağı, 50 fındık, 30 ceviz, 50 elma ağacı, 20 kovan arısı olan Ali Amca, Emine Teyzeyi evlenmeye ikna edebilecek mi? ( Emine Teyzem'in motivasyonu o kadar yüksek ki kendisi çoktan tav olmuş zaten, ona 20 kovan arısı yeterdi bence.)


Hong-Kong'ta uzun süreden beri yalnız olan ve ruhsal dengesi bozuk olduğu belirtilen bir 'yatandaşın', parkta demir bir bankın üzerine oturarak, mastürbasyon yapmayı denemesi. (Bahsi geçen bankın deliklerinin ufak olduğu bilgisini verip hikayenin geri kalan kısmını sizin hayal gücünüze bırakmak isterim.)

Cine5'in Trabzonsporlu bir futbolcunun eşini dövmesi konulu haberi esnasında fonda Beyonce Knowles'tan "If I Were A Boy" adlı parçayı çalması. (Ah ben bir erkek olsaydım, o zaman sana gösterirdim dünyanın kaç buçak olduğunu:S)

Çocuklarının isimlerini Polat ve Memati olarak değiştirmek isteyen anne-babanın Yargıtay'ın red kararıyla şoka uğramaları. Polat ismine hayhay diyen yargıtayın Memati'ye cık demesiyle Türkiye'de erkek çocuklarına Memati isminin konulamayacağı resmen onanmış oldu. (Not: Memati Arapça'da ölüm veya ölümcül anlamına geliyormuş, sebep bu.)

Beste İzmir'den bildirdi.

Günün alakasız sosyal içerikli mesajı ise 2 kişiye ithaf edilmektedir: Son bir ay içerisinde gördüklerim ve duyduklarım hemcinslerimle ilgili olan kaygıların ne kadar doğru olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. İki cinsin rolleri tamamiyle değiştirdiği su götürmez bir gerçektir. Artık bu devirde erkekler hangi kızlara güvenecek azizim. Kızlar, lütfen kendimize gelelim. Çok ayıp!