28 Aralık 2010 Salı

Özdeşleşme

Quickly as if she were recalled by something over there, she turned to her canvas. There it was, her picture. Yes, with all its green and blues, its lines running up and across, its attempt at something. It would be destroyed. But what did it matter? she asked herself, taking up her brush again. She looked at the steps; they were empty; she looked at her canvas; it was blurred. With a sudden intensity, as if she saw it clear for a second, she drew a line there, in the centre. It was done; it was finished. Yes, she thought, laying down her brush in extreme fatigue, I have had my vision.
To The Lighthouse/ Virginia Woolf (Son Paragraf)

Onaylanma ihtiyacından tamamen arınmış olmak... Hiçbir şeyin anlam ifade etmesine gerek yok.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Hey Gidi

Aslında birbirinin devamı olsalar da bazen geçmiş ve bugün arasında büyük bir uçurum hissedebiliyorsunuz. Geçmişe sanki bir başkasının hayatını dikizlermişçesine bakabiliyorsunuz. Geçmişi ötekileştirmekten bahsetmiyorum. Sadece uzak geliyor yaşadığınız şeyler. Bütün olarak göremiyorsunuz olayları, kesit kesit geliyor hepsi aklınıza. Toparlayamıyorsunuz. Belki bir fikriniz oluyor ama detaylara ulaşamıyorsunuz. Burada bahsettiğim şey yakın geçmiş değil. Söylediklerim çocukluğumla ilgili aslında. Güzel bir çocukluk geçirdim ben, baya da şımarıktım o zamanlar (şimdi değilimdir).İlgi odağıydım, herkes benimle ilgilsensin isterdim, herkes de benimle ilgilenirdi, sanırım bu durumun şu anki hayatımda belirgin bir etkisi var.
 ...
Bu sultanlık günlerim kardeşimin bir gün ansızın gelmesine kadar sürdü. Ama cidden ansızın. Ben geleceğini bilmiyordum. Eminim sinyaller verilmiştir ama farkında değildim olacakların. Nitekim bir kardeşim olacağını anlamam tam olarak annemin sancısının gelip hastaneye kaldırıldığı ana denk gelir. O günlerde ciddi arabesk duygular içerisinde olduğumu hatırlıyorum. O zamanların benim için çok daha büyük bir önemi var,o da kendimle ilgili birçok şeyin farkına varmam. Sanırım ilk kez o zamanlar kıskanç bir insan olduğumu hissettim ve hissettirdim. Hissettirdim diyorum çünkü insanların burnundan getirdim her şeyi. Mesela annemle babamın kardeşimle yalnız çekilmiş sadece bir iki resmi vardır, onlar da ben uyurken çekilmiştir. Ben daha sonra o resimleri gördüğümde ağlama krizlerine girmiştim orası ayrı, hey gidi günler.
 ...
Bir çocuk ilk başlarda hissettiği duygular arasında ayrım yapmakta zorlanabilir. Ama gün geliyor öğreniyorsun her şeyi. Ben mesela bencilliğin etrafındaki insanlara ne kadar zarar verdiğini (kendine de tabi) bir yaz tatilinde arkadaşımla hikaye kitabı okurken farkettim. Okumayı yeni öğrendiğimiz zamanları düşünün, herkes aynı hızla okumayamazdı. Bahsettiğim arkadaşım da okurken baya zorlanıyordu o sıralar, çok yavaştı ve ben de sıkılıyordum. En sonunda "sen okuyamıyorsun, ver ben okucammm" diye çıkıştığımı hatırlıyorum. Kız bu olay sonrasında anneannemin evini ağlayarak terk etti. Ben de baya bozuldum, sonrasında da çok vicdan azabı çekmişimdir zaten.
...
İşte neyin ne olduğunu öğreniyorsun da düzeltemiyorsun bazen, orası bozuk. Zaten insan olmanın getirdiği bir egoist yanımız var, bunlar çevresel faktörler tarafından azdırılınca çok trajik şeyler yaşanabiliyor. Ama daha iyiyiz tabiii şimdi, büyüdük ya.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Tırıvırı Kategorisinden

Bu yazıyı da tamamlayamayıp diğer taslakların yanına gönderirsem hiç şasırmayacağım...
2 ayda bir yazdığım göz önünde bulundurulursa biraz saçma geliyor ama öğrendim ki benim blog bazı arkadaşlara ilham vermiş. Hazır zaman öldüresim var, bir şeyler karalayayım bari dedim. Şimdi okuyan olursa, yazı yazmayı zaman öldürmek olarak algılıyor diyen çıkabilir. Buna da hemen bir açıklık getireyim. Yazı yazmayı değil de bloğa yazı yazmayı bazen öyle görebiliyorum. Bu benim suçum değil, tamamen okuduğum bölümle alakalı bir şey. Üzerimizde kaliteli yazmakla ilgili öyle bir baskı var ki buraya yazdıklarımı istemsiz olarak tırıvırı kategorisine sokuyorum çoğunlukla. Halbuki kaleme alınan her şey, sırf kaleme alındığı için bile özeldir.

Edebiyatla ilgili kariyer yapmayı düşünmeyen ama aynı zamanda ne olacağını da bilmeyen bir insan olarak şu an üniversite hayatımda yaptığım her şey bana lüks gibi geliyor. 2 yıl sonra işsiz kalmayacağımı bilsem de tam olarak nerede ve daha da önemlisi ne yapıyor olacağım hakkında en ufak bir fikrim yok. Doğrusu bunu çok kafama taktığım da söylenemez. Seneye formasyonumu alıp koluma altın bileziğimi de takıcam zaten... (ALMAMAYA KARAR VERDİM) Dolayısıyla kafalar rahat.(KAFAM YİNE RAHAT) Belki de bir öğretmen lisesi mezunu olduğum için bu kadar rahat konuşuyorum (ek puan), ama puanı yetmediği için eğitim fakültesi yerine edebiyat fakültelerine gelen arkadaşlara kız...yok yok kızmıyorum, direk üzülüyorum. Acı çekiyorlar çünkü... En azından bu konu ile ilgili bir derdimin olmaması benim için büyük bir teselli. Şimdiki aklın olsa ne yapardın diye sorsalar aynen bunu yapacağımı söylerdim, zamanında Ankara ile ilgili sahip olduğum önyargıların çoğu da olmazdı herhalde.


Edebiyat değişik bir şey... Sürprizlerle dolu bir şey aslında. Okurken böyle ama edebiyatla profesyonel olarak uğraşan insanlar tam olarak neler hissediyorlardır bilemiyorum. Edebiyat ticari bir uğraş ama ticaret yapmak için çok hassas bir konu. Gerçekten sevdiğim yazarlara dönüp baktığımda eserlerine kendilerinden çok şey kattıklarını görüyorum. Bence işin bu yönü biraz çetrefilli. Belki edebiyatla uğraşmak istemememin en büyük sebebi de budur. Kendimle ilgili çok şey paylaşmaktan korkuyorum. Diyebilirsiniz ki o zaman bu blog da neyin nesi. Bu hiçbir şey, buraya yazamayacağım çok şey var. Bazı şeyler çok rahat unutulabiliyor, unutulabiliyor demeyelim de unutturulabiliyor. Ben hiçbir şeyi unutmak istemiyorum. Belki de yazı yazma isteğim sadece bununla ilgilidir.

Zorla yazdırılan şeylerden tiksiniyorum. Nefret demedim çünkü zaman bana nefretin çok geçici ve aldatıcı bir duygu olduğunu gösterdi. Nefret ediyorum diyen çoğu insan aslında nefret ettiğini sandığı şeyden nefret etmiyor bile. Nefret benim için an'a özgü bir şey ve geçici. Ama bana zorla yazdırılan şeylerin beni tiksindiriyor olması değişmeyecek bir gerçek. Bazen yazmak zorunda bırakıldığım şeyleri okudukça yüzümü ekşitiyorum. Kendimle kavga ediyorum resmen.

Ha, tabi bir de kavga mevzusu var. Kavga etmek çok kötü bir şeydir değil mi? Cıstır hatta. Öyle öğretilmiş çünkü. Kavga eden insanlar da kakadır zaten. Hiç yaklaşmamak gerekir... Böyle bir saçmalık yok, kavga etmek kötü bir şey değildir. Bu tamamen kavga etmenin sende nasıl bir karşılık bulduğuyla alakalı. Ben kavga etmek istiyorum, insan incitmek değil. İnsanlar kavga etmeden de incitiyorlar birbirlerini pekala. Her hissin böyle hareket boyutuna indirilmesi de iyice saçma bir durum zaten. Sevgi için de aynı şey geçerli, çok sevdiğini çok sevdiğini söyleyerek anlatabiliyorsun  mesela, böyle alışmış çünkü insanlar. Bu kadar basit aslında, kendini yormana falan hiç gerek yok bazı şeyler için. Taklit et yeter, göklere çıkartılacağından eminim.