27 Temmuz 2010 Salı

The Tudors


Ve The Tudors biter.
Baştan sona firesiz izleyebildiğim ilk dizi oldu kendisi:) English History II'de öğrendiğim bilgilerimi de tazeledim. Aslında dizinin isminin The Tudors olması çok saçma, çünkü Tudor hanedanının tamamını içermiyor anlatılanlar.
...
Diziyle birlikte Natalie Dormer'a hayran kaldım ki kendisini Casanova'dan beri beğenirim zaten. Jonathan ile ilgili fikirlerimde bir değişiklik olmadı. Henry Cavill'a rolü gereği ilk önce sinir oldum, sonradan onayımı aldı kendisi. Sam Neill, Wolsey rolünde oldukça iyiydi ve (bence) dizinin en etkiliyici sahnesine imzasını atmış bulunmakta:


Çok iyi hatırlıyorum, Henry için tarih kitabımızda babası kadar zeki değildi yazıyordu. Bununla birlikte Fransa ve İspanya arasında oyuncak olduğu, babasının kendisine bıraktığı parayı düzgün kontrol edemediği iddia ediliyordu. Dizide bu güzel yansıtılmış. Dindar Mary'nin Bloody Mary olma yolundaki süreci güzel anlatılmış. İngiltere'nin Roma ile bağlantısını koparması ve arkasında yatan sebepler iyi işlenmiş. Anne'ciğimin kızı Elizabeth'in ileride İngiltere Kraliçesi olup, erkek hükümdarlara taş çıkartacağının da ipuçları verilmiş. Dizideki tek eksik nokta Henry VIII dönemindeki çıkan isyanların ya da savaşların muhtemelen maddi sebeplerden ötürü çok da üzerinde durulmayışıydı. Senaristler bu eksikliği farklı şekillerde kapatmaya çalışmışlar gerçi, haklarını yemeyelim:)
Bu da dizinin finali (Holbein'in meşhur tablosuna dikkat!):

Sırada Rome var. Şimdiden açıklıyorum True Blood'ı izlemeyeceğim.
Edit 1: Bunu izleyen Elizabeth The Virgin Queen'i de izledi.
Edit 2: Rome'daki Atia bizim Aşk-ı Memnu'daki Firdevs'in ta kendisiymiş:)