6 Eylül 2009 Pazar

Eşyalar ve Kalpteki Dört Odacık


Farkındalığın ne demek olduğunu anlamaya başladığım günden beri, yaşadığım bütün acıları, sıkıntıları, üzüntüleri ve hayal kırıklıklarını sakladığım bir köşe var kalbimde… Kalbimin dört odacığından birini onlara tahsis etmişim zamanında büyük bir cömertlikle. Barışık değilim ama o odacıkla… Kapısını açmadım hiçbir zaman, önünden bile geçmişliğim yok aslına bakarsan. “Unutkanlık iyidir.” demişim hep. Yapmam gerekeni yapmışım işte, gerisi azıcık zaman. Ama her şeyin bir sınırı varmış…
Dolaplara tıkılan eşyaları bilirsiniz. Büyük bir vurdumduymazlıkla atılır bütün eşyalar oraya tek tek… Sonra bir gün yine elinizdeki bir eşyayı aynı vurdumduymazlıkla dolaba tıkarsınız, tam arkanızı dönüp yola devam etmeye hazırlanırken kapak açılıverir ve dolapta ne var ne yoksa hepsi savrulur gider. Anlamsız gözlerle arkaya baktığınızda karşınızda gördüğünüz şey bir nevi enkazdır. İşte tam o noktadayım şu sıralar… Arkama döndüm, bir enkaz gördüm ama ne yapacağımı bilemedim. Sorgulamak istedim sonra. “Ne diye gittiğim her yere onları da taşıyorum ki?” diye kızdım kendime . Yıkıp geçmek lazım aslında o odayı… Peki bunu yaparsam, o dört odacıktan birini bir mezarlığa çevirirsem, o odacığa giden damarlardan birini kesersem ya da, elimde kalan sözde kalple yoluma devam etmem mümkün olacak mı? Ateşkes mi imzalamalıyım yoksa? Şöyle tek tek toplasam her şeyi, yerli yerince koysam eşyaları yine dolaba kendi iyiliğim için? Arada kapıyı aralasam hatta durumu yoklayayım diye… Bunu mu yapmalıyım yani? Doğrusu bu mudur? Hayır, odayı bilmem ama eşyaların hepsi benim vücudumda benden tüketerek benle yaşamayı hak etmiyor. Hem zaten sırasını bekleyen yeni acılara da yer açmak lazım. Kalan sağlar bizim olsun. Odacığa da dokunmam, o görevini yapıp bütünü oluşturmak zorunda… O zaman bir süpürge verin de temizlik yapayım bari odanın kapısını yeniden kapatmadan önce…

0 yorum:

Yorum Gönder